Sosyal medya kullanıcısı olmak “varsayılan” (default) bir nitelik olacak.
“Sosyal medya gerekli mi, gereksiz mi; saçma mı, anlamlı mı?” gibi tartışmalar geride kaldı. Herkesin bir cep telefonu numarası veya e-posta adresi oluşunu kanıksadığımız gibi; “sosyal medya kullanıcısı olmamanın ne demek olduğunu” da unutacağız. 70 yaşındaki tanıdıklarım dahi sosyal mecralarda hesap açmış durumdalar, dolayısıyla artık nasıl bir çağda yaşadığımız aşikar.
Sosyal mecralar kullanıcıların beklentilerine uyum sağlamak zorunda kalacak.
Facebook, twitter ve bunların türevi ağların, narsist tatmin ve eğlence amaçlı kullanımı açısından doyuma ulaşıldı. Artık sıkıldık ve temiz bilginin peşindeyiz. Algıları yükselen ve yükselmeye devam eden dünya toplumu; komik videolar, havalı fotoğraflar ya da sabun köpüğü gündem tartışmaları yerine daha fazlasını bekliyor olacak sosyal mecralardan. Var olan sosyal ağlar bu beklentiyi karşılamak üzere dönüşecek ya da bu beklentiyi karşılayabilecek yeni türde mecralar kurulacak.
Disiplinler birleşecek.
Bugün dilimize dolanan; mobil, sosyal medya, dijital pazarlama, halkla ilişkiler, reklam, e-mail marketing, müşteri ilişkileri, satış gibi alanlar sanki birbiri ile alakasız dünyalarmış gibi konumlandırılıyor. Oysa hızla birleşecekler. Müşteri ilişkileri, satıştan bağımsız; satış, halkla ilişkilerden bağımsız; mobil de pazarlama ile yakın ilişkide olmadan işlevini hakkıyla yerine getiremez. Bir marka ya da firma için; bu alanların birinde uzmanlaşmış ajanslarla ayrı ayrı ilişki kurmak ve devam ettirmek bile neredeyse imkansız hale geldi. Bu nedenle özellikle ajans kurma planı yapanlar bu entegrasyon ihtiyacını dikkate almalı; müşterilerine tüm bu disiplinleri kendi bünyelerinde birleştirerek sunmaya çalışmalılar.
İyi bir misyonu olmayan “parlak fikirlere” duyulan ilgi azalacak.
Her ne kadar “indirimli” ya da “hesaplı” gibi sihirli sözcükler içerse de, tüketici bazı tüketim biçimlerine karşı duyarsızlaştı. İnsanlar fırsat kampanyası ya da grup alışverişlerine daha ne kadar süre ilgi duyabilir? “Çok kazandırır” motivasyonuyla hayata geçirilen bazı iş modellerinde, insanın bir robot olmadığı unutulmuş gibi görünüyor. Sosyal sorumluluk, sürdürülebilirlik (sosyal, çevresel ve ekonomik) vb konular bundan sonra gündemimizin merkezinde olacak.
Sosyal ticaret ivme kazanacak.
Sosyal e-ticaretten bahsetmediğimin altını çizeyim. Bir mağazaya girdiniz ve check-in oldunuz. Foursquare Apple app ile ödeme yapmak ister misiniz diye sordu. Mağaza ve kasa öylesine kalabalık ki hiç düşünmeden kabul edip uygulamayı yüklediniz. Satın almak istediğiniz ürünün barkodunu scan ettiniz, fiyata ok dediniz ve işte iTunes hesabınızdan ödemeyi yapmış oldunuz, faturanız da hemen gelen kutunuzda belirdi. Mağazadan ıslık çalarak uzaklaşabilirsiniz artık. İşte bu tür çözümlerle çok daha sık karşılaşacağız.
Merkezin çevreye üstünlüğü hızla eriyecek.
Merkezi, bir ülke sınırları içindeki büyük şehirler, başkent, ekonominin canlı olduğu bölgeler (Örneğin İstanbul); çevreyi ise küçük ve merkeze uzak, ekonomik açıdan merkeze bağımlı, şartları sınırlı olan bölgeler olarak düşünebilirsiniz (Örneğin Diyarbakır). Aynı merkez-çevre sistemi dünya çapında da sözkonusu; ABD dünyanın merkezi ise Ortadoğu ya da Afrika’yı çevre konumunda düşünebilirsiniz. Önümüzdeki yıllarda en küçük yerel değerlerin bile global bir değer olarak kıymetlendiğini göreceğiz. Dolayısıyla “Yerel” (lokal)kavramı, sosyal mecralarda da önemli bir parametre haline gelecek. Lokal gelişim, büyük resimde gelişim anlamına gelecek.
Girişim, girişim, grişim!
Girişimcilik günümüzün kronik-ekonomik kriz dünyasında en etkili ilaç olarak görülüyor. Zaten Gen-Y’nin otoriteye duyduğu tahammülsüzlük, onu kendi işini kurmaya daha da yaklaştırıyor
0 yorum:
Yorum Gönder